Mayıs 25, 2007

Hayatın Penceresi Yok


Bir gün buraya geleceğimi biliyordum. Kendi ayaklarımla gelip, yine kendi ayaklarımla yanmayı ben seçtim. Varlık ve yokluk arasındaki bu ince çizginin özneleri çok. Bir sürü ruh... Bekçileri her zaman değişiyor. Biri hariç. Ben, hiç değişmeyen, hava boşluğuyum onlar için.

- Selam!
- Günaydın, nasılsınız bugün?
- Gece rahat uyuyamadım. Sanırım ruhumda bir delik açılmaya başladı.
- Bir bakiyim. Uzatın şöyle bir geçmişinizi. Eski yaralarınızı da görmem gerek. Kaçıncı darbeniz?
- Bu ilk.
- O zaman kendinize biraz zaman verin. Delikle birlikte yaşamayı öğrenmek için zamana ihtiyacınız var.

Hiç geçmeyecek yaralar açılıyor derinlerine. Bir tokadın izinin ömürleri boyunca sürmesi gibi.
------------------------------------------------------

- Son sözün nedir, dedi hakim.
- Suçum nedir, diye sordum ben de.
- Havadan sudan medet umarmışsın, dönmez zamanı, geriye döndürmek istermişsin.
- Kendi kendime sorduğum soruların cevapları onlar, yoktan varolmadılar. Başka çarem yoktu, dedim.

O da;

- Başkalarının işine karışma, dedi.

------------------------------------------------------

Karışmayacaktım. Öyle anlaşmıştık son davada da aslında. Haklı olmasından nefret ediyorum. Bir şans daha vermedi bana. Son sözüm, o oldu. Vazgeçtim her şeyden.

Işığı takip edenler ve etmeyenler de gelip bir gün hesap sorarlar mı acaba bana? Rüyalarıma girdikleri gibi...

Rüyalarımı yakmalıyım o zaman.
-------------------------------------------------------.

Gün batıyor tüm nazıyla... Ve ben de elimde kahvemle, penceresiz hayatımın 2. katındaki balkonundan izliyorum bu deniz gökyüzü cilveleşmesini.

Gün batıyor tüm belirsizliği ile... Herkesin içinde aynı endişe. Kahvemin bardağını sımsıkı tutuyorum, ellerimi ısıtsın diye sıcaklığı. O an tüm teselliyi bana, o veriyor.

Sıcaksa ellerin, yaşıyorsundur.

Hiç yorum yok: