Kasım 12, 2011

İki satır

Yazasım geldi sana.. ve belki de söyleyeceklerim vardı daha.. sadece nasıl gidiyor diyebildim. o kadar yoktun ki..yine aynıydı duygularım. iyi ki..iyi ki! Gidene mi yanalım, bize mi yanayım bilemedim. Traji-komik halimizden önce ben koptum. (her zaman olduğu gibi)

Ekim 15, 2011

Ak (ma) zaman..

İronik bir detay ilgimi çekti evde..
Bir sabuna verilecek en manidar isim olsa gerek.

Ekim 04, 2011

Bugün

Araf ne demek, anladılar..

Eylül 25, 2011

Düzenini boz!

Çocukken karıncaların yuvalarının üzerine üflerdik. Karıncalar da artık kış mı geldi ne sanıp, daha hızlı taşımaya başlarlardı otu çöpü. Sonra kendimizi affettirmek için arada deliklerin yanlarına tozşeker, ekmek kırıkları falan bırakırdık. Bir şeyi; bir yerden bir yere taşıma, taşınma, yaşam denen şeymiş. Böylece sırtında çanta her daim yolcu, her daim yaşayan bir şey oluyormuşsun. Devam...Eylül günü düşmüştük ya zeytin ağacının birinden, 31 yıl geçmiş. Yeni kutuda,yaşamın büyümesine de devam o zaman...Beklemek yok..Beklemek yok.

Özleyeceklerim; çömlek tornam, geride bıraktığım her şey ve camımdan görünen ağaçlar.O zaman bitirirken Yann Tiersen eşlik etsin buradan...

Eylül 21, 2011

Kaçış planı

Bugünün kendine öğütleri;

1. Ruhunun katlanan yerlerini aç

2. Yaşa, yaşa, yaşa, yaşa, yaz...yaşa, yaşa, yaz..yaşa, yaz

3. Düş..Korkma acımaz. Dizlerindeki izleri hatırla

4. Çizmeye başla

Eylül 20, 2011

İle

İnsan ilişkilerini elleriyle yaratır...

Eylül 19, 2011

Nefes

İnsanın kendine alan açması böyle bir şeymiş demek. Nefes almaya başladığını hissetmek. Tam da burun ameliyatımın bu zamana denk gelmesi; bilinçaltımızın en güzel görünmeyen organımız olduğu gerçeğini, bana bir kere daha hatırlattı. Yeni evimin adını "kutu" koydum. Çünkü gerçekten bir kutu kadar küçük ve bir kutu gibi işlevsel. İçine herşey sığdı...Bir ben eksiğim.

Yeni

Taşınma işi bu sefer kendim için.. 1 sene önce bıraktığım yerden devam ediyorum. Yeninin kokusu tüm evi sarmış durumda. Zaman tam kıvamında. Bir evden diğerine geçiş hızı "Andante"... Haydi bakalım, yine başladık. Bu sefer haftalık ya da en azından aylık yazma gayretinde olacağım sevgili okur (eğer hala oralardaysan)..

Ağustos 21, 2010

Eski izler..Eskizler

Ağustos 19, 2010

Uzun bir aranın ardından

Güne kaza ile başlamak kötü olsa da bunun, bir başlangıcın habercisi olacağını tahmin etmemiştim.

Yeniden, kafamı toplayıp yazmaya başlamak uzun zaman aldı. Bu arada, çanak çömlek işlerine sarıp,meslekten bayağı bir uzaklaşmıştım. İnsanın kendinden ve kendi rutinlerinden uzun bir zaman uzaklaşması, bir deney yapmasına da olanak sağlıyor. Kimim ben?

Farklı şeyler öğrenmek, bambaşka konularla ilgili insanların içine girmek, orada yeniden varolmak, sonra (istediğim yere) yeniden geri dönmek. Böyle güzel bir zaman geçirdim. Eylül, yeniden doğuş, yeni başlangıç. Merak her zaman var. Haydi bakalım, nerede kalmıştık? -Pıt, pıt, pıt!

Ağustos 07, 2009

Haziran 06, 2009

Sıkıntıda...

Bir taksim-kadıköy yolculuğu daha. Trafik korkunç. Gün ortası işkencesi. Şoför, sosyalleşmek ihtiyacını, trafiğin berbatlığından konu açarak gidermeye çalışıyor... Kulaklığımı takıp, dışarılara çeviriyorum gözlerimi. Şoförün, söylediklerine onay bekleyen, sosyalleşmek isteyen bakışları, dikiz aynasında asılı kalıyor öylece. Sıkılıyorum. Öndeki kadının durmayan öksürüğü, arkadaki yolcuların iç kıyıcı muhabbeti ve güneşten kaçarken yanımdaki adama sarkıyormuş gibi olan ben. Gözüm kayıyor taze simitlere. Satan adam da simitler gibi gevrekleşmiş güneşin altında. Kardeş gibiler.Kafamda bir resmini çekiyorum. Sonra sıkılmaya devam. Bir off..Köprüye bi girsek, ver elini Khalkedon...

Haziran 04, 2009

Hayatta...

Hiç tahmin etmediğiniz insanlar sizi sevebilir, bazı tahmin etmediklerinizle de; kanlı bıçaklı olabilir, sevişebilir, dost olabilir, evlenebilir, eğlenebilir, birlikte bir soyguna karışabilirsiniz. Bazen aynı aracın içindeyken, o ölüp siz kurtulabilir, ya da sizin ölümünüze o şahit olabilir. İlişki denen şey tesadüflerle kurulur. Pamuk ipliği, "o an" oldu mu olan, olmayacağı varsa sittin sene olmayan. "Kendine iyi bak" ayrılışlarının iç burkan geri dönüşleri ( her zaman sağsalim dönmeyenlere her neredelerse selam ederek) hayatı öğretiyor. Şimdi boşlukları dolduralım. Acı, hayatı öğretiyor...

Haziran 01, 2009

Yolda..

Zaman içinde sıkışıp kalan sessiz gemi, İzmir’de demir attı mayıslardan birinde, günlerin en temizinde. Bir laz kızı oluğunu, 1940’lardan kalma tuhaf otel odasının üst katında horon eden Lazların topuklarını dinlerken bir kez daha hatırladı. Yorgun olmasaydı gidip oynardı da. Bundan 10 yıl önce mihmandarın amcaoğlunun düğününde 3 saat hiç oturmadan horon etmişti. Hafızasını çok sevdi. Unutmamak ne güzel şey!

İzmir hep, korunduğu kollandığı, yolunu izini bilmediği, ona öğretilen, “bak burası da güzel bir yer, çok meşhur” yerlerin gezdirildiği, eski izlerin onu takip ettiği bir şehirken, şimdi onun koluna girmiş bir kız arkadaşı gibiydi. Olması gerektiği gibi.. “Smyrna”… Güzel bir kadındı yine onun için… Kordonda yürüdü, rüzgarı içine çekti. “İzmirin rüzgarı” na aşık olan aşkını düşündü. Bir gün önce iki yabancıymışdayenitanışmışgibi el sıkıştığı aşkını eski bir mazi gibi hatırlamak güçlü yaptı onu. Hatıralarını sevdi.

Ne mutlu ona ki, aklında artık sadece yürüdüğü en güzel 2 sabah ve acıktığı en güzel iki gece kalacaktı. “Topçu” adı artık onun için Alsancak’ta gidilecek tek adres olacaktı. Karşılıklı bir barış imzalandı ikisi arasında bu seferki gelişinde. Önceden bildiği ama hiç yalnız yürümediği sokaklar ve şehir onun yüzüne aşinaydı, ama onu bağrına bastığı hiç olmamıştı. Bu sefer, şehir onu, o şehri bağrına bastı.

Öğrendi gemi, insanlardan öğrendi. Bir gemi olmayı seçmişti. Limanlarda durup düşünmek onu canlı tutuyordu. Otogara gitmek için otel görevlisine “Esenler’e nasıl gidebilirim” dediğinde; çok feci bir İstanbullu olduğunu hatırladı. Ankara’da okuduğu yıllarda, 06 plakaların yanında özlemle 34’leri aradığını da; otogara giden taksideyken 35 plakalı izmir araçlarını gördüğünde hatırladı. Gördüğü için de şükretti.


25 Mayıs 2009
11:23 Otogar- İzmir.

Mayıs 16, 2009

Çuvalladım...İnecek var!

Sahil yerlerinde umarsızca oraya buraya atlayan zıplayan, ergenler vardır. Kendilerini sakince suya bırakmak yerine hoyratça suyla boğuşmayı seçerler. Onların bir tekniğidir, "Çuvallama" İskeleden tam da bir çuval gibi bırakırlar kendilerini suya.. "İşte bir çuval daha suya düştü" deyiverirsiniz.

Erkekler de ilişkilerinde genelde bir çuval gibi kendilerini suya bırakırlar. Ortalık ıslanır, huzur kaçar. Sonra hatun kısmısı (gerçek bir kadın olabilen, türlü entrikalar ve dolaplarla her zaman arzulanan ve istenen kadınlar bunlar) bu arkadaşları yola, hizaya sokar. Ben buna kısaca yontma işlemi diyorum. Bu dediğim kadınlardan olamadım, ya da ne bileyim..

"Çuvallama" aynı zamanda bir işi becerememe anlamında da kullanılır. Bu kelimeyi ilişkiler içinde severim. Bazen ben de kendimi böyle hissederim. Çuvallamış!

Bir gün gelicek, zihnimdeki tüm sorular bitecek, tüm bu ilişki karmaşaları bir son bulacak diye beklemek çok saçma biliyorum. Ama gerçekten yorulduğum zamanlarda biri fişimi çeksin diye istediğim de çok olmuştur. Kadın ya da erkek, bir ilişkinin sürdürülmesinin ne kadar zor olduğunu farkediyorum, belki de bu. Evet sevgili günlük, korkma bu bir ıssız adam yazısı olmayacak...

Erkekler çeşit çeşit, kadınlar çeşit çeşit... Dünyada, bir kadını ve bir erkeği mutlu edebilecek milyonlarca erkek ve kadın var. Ben, bu çeşitliliğin içinde, kadınların neden yontulmamış erkek, erkeklerin de neden arıza kadınları bulup üzüldüklerini çözebilmiş değilim. Tabi, buna da bireysel ayrılıklar ve ihtiyaçlar meselesi diyelim.

Hayat da böyle akıp giden bir şey olarak sinirimi bozduğunda, hatalar, geçmiş, gelecek vs. herşey zihnime hücum ediyo. Doğru nedir? Doğru, hissettiğin midir? Yapman gereken midir? Sana kadınlık olarak öğretilen bişey midir? Yoksa, sen tüm bunlarda zaten yalnız mısındır...Bazen bu sorularla yüzleşince kaçmak en akıllıcası geliyor.. Kaçarken yanımda kitaplarımı da götürüyorum tabi. Usta'ya saygı ile, başucu kitabımdan bir alıntı ile bitireyim. Biraz karışık ama çok iyi özetliyo. Tam da yukarda bahsettiğim kadınları anlatıyor. Hani benim olamadığım..

"Kadın, erkeğe kendi gidip, onu ilişki için kendisi kadar hazır ve yatkın bulmazsa, onun kendisini, kendinin onu istediği kadar istemediğini anlarsa, öyle şeyler yapabilir ki, onu kendisini kendinin onu istediğinden daha çok ister bir konuma getirebilir; sonra da, oluşan ilişkinin besleyici damarlarını, kesebilir- bir tür "acısını çıkama", bir tür "intikam"...

Nasıl? Bir erkekten duymak ironik değil mi?















Mayıs 10, 2009

Aşağıdaki paragrafta anlamı bozan cümleleri bulunuz

Konu: Sınıfınızın Tasvirini Yapınız

"Sınıfımıza girdiğimiz zaman kapının yanında bir tahta var, tahtanın üzerindeki duvarda atatürk resmi, istiklal marşı ve atatürk'ün gençliğe hitabesi asılı... Kapının arka tarafında çöp kutusu var. Kapının sol tarafında paltolarımızı astığımız yer var. Sıralarımız altışarlı olmak üzere üç gruptur. Kapının karşı tarafında öğretmenlerimizin kürsüsü vardır. Sınıf tabanında gri renkte karolar vardır. Pencerelerimiz ise sarı renkte. Bugün Kasım'ın 23'ü ve hava yağmurlu. Yağmurlu günleri severim ama kapalı sıkıntılı günleri hiç sevmem. Sınıfımızın mevcudu 33 kişidir. Fakat bunların pek azı kızdır. Gerisi erkek öğrencilerdir. Tavanda uzun uzun florsanlar var. Sınıfımızda 10 tane cam vardır. Duvarda ise 5 tane ufak cam bulunur. Tahtamızda her türkçe derslerinde öğretmenlerin adı, soyadı, okunacak parçanın adı, dersin süresi ve türü yazar. Bütün derslerimizde sıraların altında kağıt vb. gibi şeyler bulunur. Arkadaşlarımızın çantaları her zaman sıraların yanında bulunur. Çantaları yanımıza aldığımız zaman sırada 4 kişi oturuyormuş gibi olurmuşuz. Sınıfımı seviyorum. Sevmesem de sevmek zorundayım."

Kasım 1991, Orta 2, Türkçe Defterimden

Şubat 21, 2009

Oruç Aruoba'dan feyz aldık, Başo'ya tosladık...

Edinilecek bir kitap. Yine Aruoba çevirisi ile. Kelebek Düşleri... Yazar Başo, Haiku'nun babası kabul edilir. Japon şiir sanatında da ağır abilik bir yeri vardır. Aman daha ne diyim. Haiku ile ilgilenenlere, antoloji niteliğinde söyliyim. Çünkü Başo gibi, irili ufaklı pek çok Japon şairin haikuları da mevcut.

Bir deneme daha, hadi hayırlısı

2.

bakınca ben
kaçırıyormuş gibi
gözlerini
şehir
.

Şubat 08, 2009

Bazıları masal sever(lere)

"....'Hayrola' dedi ak sakallı biri. 'Ebeyi arıyorum, çocuk doğurtmaya gelmiş yeryüzünden!' 'Bak şurada' dedi; baktım ebe geliyor. 'Aman ebanım çabuk, anam beni doğuracak' dedim. Kabağın olduğu yere geldik, ne görelim; eşek kabağı yemiş. 'Eyvah', dedi ebe.' Korkma' dedim; cebimden bir yumak sicim çıkardım, yeryüzüne sarkıttım; erişmedi. 'Eyvah' dedi ebe. 'Korkma' dedim; sicimi kopardım düğümledim, kopardım düğümledim, kopardım düğümledim... Aşağıya sarkıttım, arttı bile. Düğümlere basa basa yeryüzüne indik; eşeğe bindik; eve geldik. Anam beni doğurdu."

"Çok kısaymış," dedi Ceren.

"Dur bakalım, yeni doğduk daha. Doğmak için böylesine telaşlanmıştım ya, büyümek için hiç acele etmiyordum. Rahatım beyde yoktu: Mama elden, süt memeden. Anamın kucağından ninemin kucağına. On yaşımda hala çişimi söylemiyordum. On beşimde emeklemeye, yirmi yaşımda düşe kalka yürümeye başladım. Buncacık oğlu yürümeye kalkınca, anam, nazar değmesin diye göğsüme mavi boncuk taktı. Gene o sıralar konuşmaya başladım. Bir gün anam beni kucağına alıp, bir kaç komşu kadınla birlikte bir sebze bahçesine gezmeye götürdü. Taze bakla yedik orada. Eve döndüğümüzde babam 'Nereye gittin bugün oğlum?' diye sordu. 'Uzak uzak happa, çok çok bakla' dedim. Anam, ağzı kulaklarında, 'Büyüyünce şair olacak oğlum' dedi.


Ceren'e Masal' dan, Yusuf Atılgan, Bütün Öyküleri, 2005, YKY

Ocak 22, 2009

Rahatsız mıyım? -Evet

Yüzeysellik...Derine inememe, hep yukarda kalma, bazen sığ olma - en kötüsü sığın bile yüzeyinde kalma-,hayatı hiç bilememe, yukarılardan ( ama oralar da doğru mu ki?) bakma, başkalarını umursamama, bencil olma, hareketsiz bırakma, kendine maruz bırakma, tahammül sınırlarını zorlama, içe girememe, içe alamama, dışta, DIŞINDA, sanırım hep de HAYATIN dışında, bağıra çağıra "ben buyum" deme, ben BU yum ve aslında bir HİÇim, deme...

Ama yazdırıyor. Düşündürüyor işte. Yine bir gece yolculuğunda, yanıbaşınızda oturan üç kişi, üç tane ne ne?? Ne ki onlar? Neydiler ki? Yüzeysel olan, tıkıyor...Yüzeydeki pislikler herşeyi tıkıyor...

Neyse ki bu gece güzel şeyler de oldu. Yeşim bize filmini önce oynattı sonra tanıttı. Gala çok güzeldi. Salonda bambaşka gözlerle izleyen sadece bizdik. Pandora'nın Kutusu 23 Ocakta vizyonda. Gidin keyifle izleyin.

Ocak 15, 2009

Cennetin Müziği- II

Geçen ekim ayından beri yazmayışımın üzerine bir kaç şey yazasım geldi dün geceden sonra. Duymayanlar duysun, bilenler keyiflensin diye yazıyorum. Nabız isimli grubu dinledim dün gece kadıköy shaft barda. Engin Gürkey hocamıs severek dinlediğimiz perküsyonculardan biri. Nabız, onun kurduğu bir grup. Balkanik + türk aksak ritmleri diyim gerisini siz anlayın. Ortaya muhteşem bir sentez çıkıvermiş. Oi va Voi bunun İngiliz versiyonuydu. Bunu da, bizim versiyon olarak kabul edebiliriz. Yaklaşık 2 saat sahnede kaldılar. Performansları çok iyiydi . Her yönleriyle amatör ve çok genç görünüp, aslında hepsi birer profesyonel olan bu adamlar, hakikaten insanın nabzını tutuyor. ilk bölümde kendilerine ait parçaları çaldılar. İkinci bölümde 2 kadın vokal ile çeşitli bilinen parçaları ve 2 de goran bregoviç parçası çaldılar. Anadolu yakasında ilk defa sahneye çıkmışlar. Engin Hoca, sahnede zaten çok rahattır bilirim ama dün gece, pek bi farklıydı. Trompet, darbuka,bas gitar keman, def, sahnede yok yoktu. 2 saatin sonunda doymadım, doyamadık :) Hepsi çok iyiydi. Bu tarz severlere şiddetle tavsiye ederiz. Ayın 29'unda bir performansları daha varmış. İlgilenenler buraya buyursun