Şubat 21, 2009

Oruç Aruoba'dan feyz aldık, Başo'ya tosladık...

Edinilecek bir kitap. Yine Aruoba çevirisi ile. Kelebek Düşleri... Yazar Başo, Haiku'nun babası kabul edilir. Japon şiir sanatında da ağır abilik bir yeri vardır. Aman daha ne diyim. Haiku ile ilgilenenlere, antoloji niteliğinde söyliyim. Çünkü Başo gibi, irili ufaklı pek çok Japon şairin haikuları da mevcut.

Bir deneme daha, hadi hayırlısı

2.

bakınca ben
kaçırıyormuş gibi
gözlerini
şehir
.

Şubat 08, 2009

Bazıları masal sever(lere)

"....'Hayrola' dedi ak sakallı biri. 'Ebeyi arıyorum, çocuk doğurtmaya gelmiş yeryüzünden!' 'Bak şurada' dedi; baktım ebe geliyor. 'Aman ebanım çabuk, anam beni doğuracak' dedim. Kabağın olduğu yere geldik, ne görelim; eşek kabağı yemiş. 'Eyvah', dedi ebe.' Korkma' dedim; cebimden bir yumak sicim çıkardım, yeryüzüne sarkıttım; erişmedi. 'Eyvah' dedi ebe. 'Korkma' dedim; sicimi kopardım düğümledim, kopardım düğümledim, kopardım düğümledim... Aşağıya sarkıttım, arttı bile. Düğümlere basa basa yeryüzüne indik; eşeğe bindik; eve geldik. Anam beni doğurdu."

"Çok kısaymış," dedi Ceren.

"Dur bakalım, yeni doğduk daha. Doğmak için böylesine telaşlanmıştım ya, büyümek için hiç acele etmiyordum. Rahatım beyde yoktu: Mama elden, süt memeden. Anamın kucağından ninemin kucağına. On yaşımda hala çişimi söylemiyordum. On beşimde emeklemeye, yirmi yaşımda düşe kalka yürümeye başladım. Buncacık oğlu yürümeye kalkınca, anam, nazar değmesin diye göğsüme mavi boncuk taktı. Gene o sıralar konuşmaya başladım. Bir gün anam beni kucağına alıp, bir kaç komşu kadınla birlikte bir sebze bahçesine gezmeye götürdü. Taze bakla yedik orada. Eve döndüğümüzde babam 'Nereye gittin bugün oğlum?' diye sordu. 'Uzak uzak happa, çok çok bakla' dedim. Anam, ağzı kulaklarında, 'Büyüyünce şair olacak oğlum' dedi.


Ceren'e Masal' dan, Yusuf Atılgan, Bütün Öyküleri, 2005, YKY

Ocak 22, 2009

Rahatsız mıyım? -Evet

Yüzeysellik...Derine inememe, hep yukarda kalma, bazen sığ olma - en kötüsü sığın bile yüzeyinde kalma-,hayatı hiç bilememe, yukarılardan ( ama oralar da doğru mu ki?) bakma, başkalarını umursamama, bencil olma, hareketsiz bırakma, kendine maruz bırakma, tahammül sınırlarını zorlama, içe girememe, içe alamama, dışta, DIŞINDA, sanırım hep de HAYATIN dışında, bağıra çağıra "ben buyum" deme, ben BU yum ve aslında bir HİÇim, deme...

Ama yazdırıyor. Düşündürüyor işte. Yine bir gece yolculuğunda, yanıbaşınızda oturan üç kişi, üç tane ne ne?? Ne ki onlar? Neydiler ki? Yüzeysel olan, tıkıyor...Yüzeydeki pislikler herşeyi tıkıyor...

Neyse ki bu gece güzel şeyler de oldu. Yeşim bize filmini önce oynattı sonra tanıttı. Gala çok güzeldi. Salonda bambaşka gözlerle izleyen sadece bizdik. Pandora'nın Kutusu 23 Ocakta vizyonda. Gidin keyifle izleyin.

Ocak 15, 2009

Cennetin Müziği- II

Geçen ekim ayından beri yazmayışımın üzerine bir kaç şey yazasım geldi dün geceden sonra. Duymayanlar duysun, bilenler keyiflensin diye yazıyorum. Nabız isimli grubu dinledim dün gece kadıköy shaft barda. Engin Gürkey hocamıs severek dinlediğimiz perküsyonculardan biri. Nabız, onun kurduğu bir grup. Balkanik + türk aksak ritmleri diyim gerisini siz anlayın. Ortaya muhteşem bir sentez çıkıvermiş. Oi va Voi bunun İngiliz versiyonuydu. Bunu da, bizim versiyon olarak kabul edebiliriz. Yaklaşık 2 saat sahnede kaldılar. Performansları çok iyiydi . Her yönleriyle amatör ve çok genç görünüp, aslında hepsi birer profesyonel olan bu adamlar, hakikaten insanın nabzını tutuyor. ilk bölümde kendilerine ait parçaları çaldılar. İkinci bölümde 2 kadın vokal ile çeşitli bilinen parçaları ve 2 de goran bregoviç parçası çaldılar. Anadolu yakasında ilk defa sahneye çıkmışlar. Engin Hoca, sahnede zaten çok rahattır bilirim ama dün gece, pek bi farklıydı. Trompet, darbuka,bas gitar keman, def, sahnede yok yoktu. 2 saatin sonunda doymadım, doyamadık :) Hepsi çok iyiydi. Bu tarz severlere şiddetle tavsiye ederiz. Ayın 29'unda bir performansları daha varmış. İlgilenenler buraya buyursun


Ekim 17, 2008

vat e vandırfıl layf

İlk defa bugün, kalbimi gördüm. Ultrason ve diğer şeylerden çektirmiştim vakti zamanında ama, böyle bir his değildi. Mitral kapak hede hödösü nedeni ile hoşa gitmeyen bir takım sesler duymaları üzerine, tıbbi camia, ekokardiografi çetirmem gerektiğine karar verdi. Ben de kalktım gittim. Biz psikolocikler herkese şöyle hissedebilirsiniz, böyle hissedebiliriz aman panik olmayın, aman farkındalık zart zurt ederken, kendimizle ilgili bir şey olduğunda, bu işlerde biraz karışırız. Ve evet sevgili okuyucular (- yani aslında orada biri varsa:)); demem o ki, terzi kendi söküğünü dikemiyor. Biz de bişey çıkacak diye korktuk, heyecanlandık. Bir uzman doktor ve bir asistan ile, küçük kalbimi izledik, gözledik, dinledik. İnsanın içini görebilmesi kadar beni heyecanlandıran bir şey daha yok. Gözlem için katıldığım bazı ameliyatlarda da, yarebbim keşke toktor olsaymışım diye de söylendim durdum. Ama yoktu bizde o bilek diyelim. Kazanamazdık tıbbı. İçimizde yaradır. Biz de psikolocik bir kişilik olup vatana millete faideli işler yapma gayreti içinde olduk. Neyse, hastane işlerinde sonuçları aldık almasına ama, yapılacak bir yığın tahlil daha var. Onlar kaldı.

Hayatın içinde, insanın duracağı yere karar verme arayışı bitmiyor. Çırpınma debelenme bitmiyor. Hah tam yoluna girdi derken, insanın kalbi rahat vermiyor. Neyse öğrendik, dikkat etmek lazım, takip etmek lazım...

Hafta içinde filmekimi aktüvüteleri kapsamındaki "körlük" filmini izledik. filmin adı gibi, gecenin kör karanlık saatlerindeki bir ek seansa anca yer bulduk. Şimdi sevgili okuyucular kalbimle ilgili havadislerden sonra size bu filmle ilgili hissiyatımı aktarmak istiyorum. Filmi iki gözle izledim. Birincisi senaryonun kitaba bağlılığı, ikincisi de mekan yaratma ile ilgili. Yönetmen Fernando Meirelles bu iki konuyu başarılı bir şekilde kaynaştırdığı için film zihnimde önemli izler bıraktı. Özellikle ilk sahne, koğuşlar arası yiyecek takası, hastanenin tam da kitaptaki gibi düzenlenişi, kaos ve sesler çok iyiydi. Eminim çoğu okuyucu kitabı okurken benzer sesleri duymuştur. Kitaptan gelen bu seslerin filme de aynı şekilde yansımış olması da bence önemli. İzledik, beğendik; ancak filmin sona yaklaşan bir sahnesinde beliren, "herşey berbat giderken, birden herkesin içinde bir umut belirir, sonra yağmur yağar ve bir köpek gelip bizi koklar, ve hayat ne güzeldir aslında, trallal la" tipi amerikanvari sonlandırmalar yönetmenimizin güney amerika ruhuna uymasa da, film bizden hallice bir not aldı. Julianne Moore yine çok başarılydı. Favorimiz olan Gael Garcia ise ikinci kez "kral" oldu ve kalbimizi fethetti. Danny Glover, bilge karakter rolü ile, kitapta verilmeye çalışılan -"körlük" neye ve kime karşı- konusuna girmeye çalışmış ancak o da biraz hameeeerika haameeriika kokmakla kalmıştır. Sanırım bu metaforu işlemek konusu her yiğidin harcı değil. Neyse hem sevdik hem dövdük. Öyle oldu di mi. Bir de hafızamızda kalması için resim koyalım. Julianne Moore ve "güya" kör olan doktor rolündeki Mark Ruffalo görüntüde. Tüm filmdeki oyuncular içinde bir onun körü oynayamaması ve her sahnede karşısındakinin gözüne gözüne bakma konusundaki başarısına oskar verdim ben..Bitti.



Eylül 28, 2008

Gölgede

Hiç düşlememiştim
Büyüyünce ne olacağımı
O zamandan belliymiş,
Hayal fakiri bir ruh olacağım
Ne zormuş böyle yaşamak!

Ağustos 2008
Milas

Şubat 16, 2008

Kara Üzüm Habbesi


Bugün grup eğitiminden çıktıktan sonra biraz vaktim vardı. Beşiktaştaki Kabalcı'yı severim.Kadıköydeki karşılığı da Alkım Kitabevi'dir. Lakin haftasonları Alkım'da kıçımızı koyacak yer bulamayızdır kafesinde. Neyse, Kabalcı'da dolanırken, %50 indirimli kitapların arasında Türk Sinemasında Şener Şen isimli kitabı gördüm. Yazar: Giovanni Scognamillo. Uzun zamandır Şener Şen film koleksiyonumu tekrar izleyip üzerine bir yazı yazma procem vardı.Bunu görünce "işte buldum hazinemi" diyerek aldım. Usta oyuncunun sinema, tiyatro ve televizyon yaşamı üzerine çok kapsamlı bi kitap. Uzun zaman olmuş bu çıkalı, çoktan indirime de girmiş. Ben yeni gördüm. Neyse, mutlu oldum ama bulduğuma. Sonrasında,üst kattaki kafesinde bi çay içtim. Aslında uyuz bir insan değilimdir dışarda yemek konusunda ama, kafedeki teyze, istediğim browniyi elleri ve uzun tırnakları ile fırına koymasaydı daha iyi olacaktı. En son Kadıköy'deki Ciğerci Huluside başımıza gelmişti, neyse ki kusmamıştık. Ama olay yerindekiler bilir. Kahraman ben, o lavaşları lüp lüp götürmüştüm.

Bugün o kadar soğuktu ki, bir iş için Tabipler Odasına giderken burnumuz düşecek sandık. Önümüzdeki hafta "!! Her yer donacakkkk!!" diyor televizyonlar.

Dönüşte bir kaç ispanyol turist mısır çarşısının yerini sordu, nazikçe, "üüü şimdi burdan git, yürü yürü, sola dön, 100 metre daha yürü, tekrar sor" dedik. Evet çünkü bir türküm, hatta lazım. Yol, adres konularında, biraz git,sonra yine sor mantığı sadece ve sadece bizde vardır. Tiksindim kendimden, geçelim.

Şener Şen'i çok severim. Filmlerini tekrar tekrar izlerim. Bir sahne vardır ki, aklıma kazınmıştır. Muhsin Bey filmden; Ali Nazik şarkı yarışmasına katılacaktır. Mikofonu nasıl tutması gerektiğini prova etmektedir. Başlarında biraz laflar var. Ama sonunda patlıyor şarkı kulaklarımızda. Kara Üzüm Habbesi Ama el kaçıyor :) Usta'ya saygı ile...

Şubat 12, 2008

Mi ojos


Gözlerim ne zamandır batıyodu. Doktora gittim, gözyaşı kanallarında allerjik bir durum olduğunu söyledi. Oftalmik hödö hödö latincesi. Unuttum.Damlalarım var. Yapay gözyaşı. Gözlerim kurumasın diye. Demekki neymiş, öyle ota boka, herşeye ağlamayacakmışsın. Sonra insanın gözleri, ondan hesap soruyor. Gün içinde, etrafa bakarken, herşeyin akıp gitmesi, metrodan çıkanların, tramvayın, arabaların, trafik lambalarının, vapurların, motorların, insanların, dalgaların,martıların,ağaç yapraklarının, kedilerin, çöplerin, kuyrukların, ayakların, ayakkabıların, ellerin, çantaların koşturmacası. Gözlerim bunlara yorulmalı. Yani hayata...Ama neyse ki insan akıllanıyor. Zamanın büyüsü işte.

Temmuz 06, 2007

Kaplumbağa

Taşınmak: Bir yerden, eşyalarını alıp, başka bir yere gitmek

Taşınmak: Koli yapmak, koli boşaltmak. Yeniden yerleşmek

Taşınmak: Bir önceki yerden kalan duyguların, bir sonraki yerde, havada asılı kalması

Taşınmak: Yeni

Taşınmak: Alışmak

Taşınmak: Alışamamak

Taşınmak: Aklını, fikrini, geçmişi tüm doluluğu ile o eski yerde bırakmak

Taşınmak: Karışmak

Taşınmak: Ruhun huzursuzluğu

Taşınmak: Soruları da beraberinde getirir.

Taşınmak: Toprağını, yerini, kökünü bırakmak

Taşınmak: Tasını tarağını toplamak

Taşınmak: Bir parçanı, bir yerlerde bırakıp, yeni yere hep bir eksik gitmek

Taşınmak: Hem acı, hem belirsiz, hem zor

Taşınmak: Tatsız

Taşınmak: Yeni bir sabaha uyanmak, yeni bir geceye dalmak

Taşınmak: Beklenmedik

Taşınmak: 1) Geride birini bırakmak
2) Geride boş ev bırakmak
3) Geride anı bırakmak
4) Geride toz bırakmak
5) Geride duygu bırakmak

Taşınmak: Bugün burada olmak.

Haziran 29, 2007

28.

"Yaşamında , şunları da yaşabileceksin:-
1) Birisini, ona söyleyecek birşey bulamadığın için, aramak...
2) Birisini, onu artık görmeyeceğini söylemek için, beklemek...
3) Birisini, onu görmemeye dayanamadığın için, terketmek...

Neler yaşamayacaksın ki!..."

(Oruç Aruoba, de ki işte, sf. 64, Metis Yayınları, 1990)

Haziran 25, 2007

Uçan Balon



Kare 1

Minibüste gidiyorum. Harem'e yaklaştık.. Sağdaki yolun kenarında kaldırımda bir adam, tam onun önünde, yerde oturan bir çocuk giriyo kareye. Otobüsten inmişler. Bavullar adamın arkasında. Bekliyor. Çocuk, yerdeki kumları avuçluyor. Alıp alıp rüzgara bırakıyor kumları. Öyle az kum var ki betonun üzerinde. İçim burkuluyor..

Kare 2

Hastane çıkışı... Yaklaşık 500 kişi, 18:20 de kalkmak üzere bizi bekleyen servislerimizi bekliyoruz. Birazdan tek sıra halinde servisler uzun yolculuklarına başlayacaklar. Herkes bekleşiyor. Hastanenin koca bir ağzı var. Acil girişi, mesai sonrası oradan çıkılıyor. Aynı zamanda da sigara içme bölgesi. Orada zehirleniliyor. Bir nevi freezone da denebilir. Kreşten dönen personel çocukları koşturuyor ortada. Bir tanesi karşıki çim alanın tam ortasında oturuyor. Çocuk oturuşu (bacaklar iki yana açık). Kopardığı çimenleri rüzgara savuruyor. Gülüyor annesine bakarak, annesinden cevap: "Koparmasana kızım otları!!!"

Kare 3

2-3 ay öncesine kadar Çayırova gişelerinden çıkıp, Kurtköy'e doğru giderken yolun kenarında 14-15 yaşlarında bir kız dururdu. Bir kamyondan inip diğerine binerdi. Her akşam geçerken başında başka bir renk yemeni ile görürdüm onu. Kadın mıydı? Çocuk muydu? Hiç biri gibi hissetmediği kesindi. Gözlerini görürdüm geçerken. Bazı akşamlar başındaki yemeniyi eline alır, arabalara öyle el ederdi. Salına salına yolun kenarında yürürdü. Sonraları görmedim onu hiç.

Haziran 22, 2007

İpekböceği

Uzun beyaz... Başında bir beyaz daha. Elinde bir çiçek. -Evet'ler uçuşuyor havada. Herkes ağlamaklı. Ben izliyorum. İçimde uçuşan kelimelere tutunmak istiyorum. Bir yol açsınlar bana istiyorum. Olmuyor. Hani bazen "ama olmaz ki yaaaa.." diyip, içi erir ya insanın. Öyle. Oyun arkadaşım gidiyor. Ondan hüzünlüyüm. Uzun bir yolculuğun, en uzun molasındayız onla. Değişik bir hale dönüşüyor yolculuk da aynı zamanda. "Eskisi gibi senle..." "hani yapardık ya..." cümleleri kurmak zamanı yakın. Büyüyoruz. Ablam evleniyor. 21 Temmuz'da...

Haziran 19, 2007

Bir

Bazen kendini akışa bırakmak hiç kolay olmuyor. Yapmak istediklerini zamana yayıp, son bir şans vermek, olmasını dilemek, beklemek ve bunun için emek harcamak ve tükenmek. Yorgunlukla gelen bir son noktası mı bu. Bardak taştı mı acaba? Kimin parmagı var bu sonda? Başlangıç mı istiyorsun? Bence bu kadar düşünme. Yarın, yaşam seni orada yine bekliyor olacak.

Mayıs 25, 2007

Hayatın Penceresi Yok


Bir gün buraya geleceğimi biliyordum. Kendi ayaklarımla gelip, yine kendi ayaklarımla yanmayı ben seçtim. Varlık ve yokluk arasındaki bu ince çizginin özneleri çok. Bir sürü ruh... Bekçileri her zaman değişiyor. Biri hariç. Ben, hiç değişmeyen, hava boşluğuyum onlar için.

- Selam!
- Günaydın, nasılsınız bugün?
- Gece rahat uyuyamadım. Sanırım ruhumda bir delik açılmaya başladı.
- Bir bakiyim. Uzatın şöyle bir geçmişinizi. Eski yaralarınızı da görmem gerek. Kaçıncı darbeniz?
- Bu ilk.
- O zaman kendinize biraz zaman verin. Delikle birlikte yaşamayı öğrenmek için zamana ihtiyacınız var.

Hiç geçmeyecek yaralar açılıyor derinlerine. Bir tokadın izinin ömürleri boyunca sürmesi gibi.
------------------------------------------------------

- Son sözün nedir, dedi hakim.
- Suçum nedir, diye sordum ben de.
- Havadan sudan medet umarmışsın, dönmez zamanı, geriye döndürmek istermişsin.
- Kendi kendime sorduğum soruların cevapları onlar, yoktan varolmadılar. Başka çarem yoktu, dedim.

O da;

- Başkalarının işine karışma, dedi.

------------------------------------------------------

Karışmayacaktım. Öyle anlaşmıştık son davada da aslında. Haklı olmasından nefret ediyorum. Bir şans daha vermedi bana. Son sözüm, o oldu. Vazgeçtim her şeyden.

Işığı takip edenler ve etmeyenler de gelip bir gün hesap sorarlar mı acaba bana? Rüyalarıma girdikleri gibi...

Rüyalarımı yakmalıyım o zaman.
-------------------------------------------------------.

Gün batıyor tüm nazıyla... Ve ben de elimde kahvemle, penceresiz hayatımın 2. katındaki balkonundan izliyorum bu deniz gökyüzü cilveleşmesini.

Gün batıyor tüm belirsizliği ile... Herkesin içinde aynı endişe. Kahvemin bardağını sımsıkı tutuyorum, ellerimi ısıtsın diye sıcaklığı. O an tüm teselliyi bana, o veriyor.

Sıcaksa ellerin, yaşıyorsundur.

Mayıs 01, 2007

Sırrı Bey'e çorbasını içirdik mi?

HERLAND, yeri bilinmeyen bir ülkedir. Burayı ziyaret etmiş yabancılar, gerek Avrupa gerekse Tobago'dan çok sayıda coğrafya topluluğunun ısrarlı ricalarına karşın, ülkenin konumunu gizli tutma yeminlerini bozmamışlardır. Herland sık ormandan yükselen büyük bir kayalığın üzerindedir, arkasındaysa heybetli sıradağlar vardır.... Herland on ila on iki bin metrekarelik yüzölçümüyle kabaca Hollanda büyüklüğündedir ve aşağı yukarı üç milyonluk bir dişi nüfusa sahiptir.(Hayali Yerler Sözlüğü, 1. Cilt, sf. 339)

Reha Erdem'in "A ay" filmi ve Vivaldi etkisi.

Hit the road Jack'i çalacağız bakalım. Bir de o güzel fransızca şarkı. Pek seviyorum bu lafı. Hayırlısı...

Nisan 27, 2007

Karnıyarık- Divan Edebiyatı- Gemiler- Kanlıca


Çay keyfi arasında dayım sigarasını yaktı. Bu aralar karnıyarık yapmayı seviyormuş. Onu anlattı:

Malzemeler

6 adet orta boy patlıcan
300 gram kıyma
2 orta boy soğan
2 yeşil biber
2 domates
1 çorba kaşığı zeytin yağı
tuz
karabiber

Yapılışı

Önce patlıcanları alacalı şekilde soyacaksın. Sonra tavada acı çektirmeden, yumuşatacaksın. Hafif ölsün yeter. İstersen fırına da atabilirsin. Patlıcanlar yumuşayana kadar, içini hazırla. Önce soğanları kavurmaya başla, sonra kıymayı ekle, sonra maydanozunu.. Domatesi ufak ufak kıy, biraz daha kavur. Tuzla karabiber en son atılır, bekliyceksin. Tadını en son o verecek. Patlıcanları yayvan bir tencereye dizdikten sonra, ortalarını bohça gibi aç. Ama altını delme hafifçe böl. 50 gram yeter, her birini, üzerlerini bastıra bastıra harçla doldur. En son yeşil biberi şöyle bir yatır üzerine, güzel görünsün. Sonra çok az su koy tencerenin dibine ki, rahat pişsin ve yanmasın. Kapağını kapa. Kokusu gelinceye kadar açma. Kokusu gelmeye başladı mı tamamdır.

- Dayıcım bir de pilav yaparız yanına süper olur.
- Olur, olur yapalım. Bak gemi geçiyo. Bu da "duba"...

Dayım yeni gemileri sevmez. Onlar "yan yatmış gökdelen" ona göre.

- Dayı bak bu da Umuryeri'ne gidiyo galiba. Askeri eğitim gemisi.
- Yabancı mı o?
- Yok değil.

Bir dostu kitaplarından birini alıp gitmiş. İsmail Habip Sevük'ün Avrupa Edebiyatı ve Biz kitabı. 1941 basımı. Gitmiş kitap birine, geri gelmemiş. Bir tane bulmalı ona sahaflardan.. Pek üzgün.

Kanlıca'da durmak, dinlenmek. Öyle ki daha fazlasını istiyor gönül. Orada bir çınar da olunabilir. İskelesindeki bir kedi, ya da bankın köşesinde tüneyen güvercin.

Sigara üzerine sigara yakıyor dayım. Yengemin yanına daha kolay gitmek için belki.

Bir önceki sahnede, o rüzgarlı tepede. İki kişi aynı karede:

- Bak burasını da kendime ayırdım. Beni kolayca koyacaksınız buraya, hiç zorlanmadan. Tamam mı?
- Daha burdasın dayı, gitmiyosun ya bi yere. Sen bize lazımsın.

( Kabristanın otları temizlenir. Orda yatana iki kelam edilir.)

- Havalar düzelsin, gelip çiçek ekeriz dayıcım.
- Kısmet...Hele toprak bir canlansın. Gülleri de budamış belediye. Nerde kökleri?
- Hadi şimdi gidebiliriz, kanlıca'da bir çay içelim.


Dayım divan edebiyatını seviyor. Bir gazeli hatırlıyor. Taaa liseden. Tek kelimesini atlamadan.

- Şimdilerde serbest vezin kullanıyorlar, ben sevmiyorum onu. Yağmur düştü, çiçek açtı, ben seni düşündüm...Ne bu şiir mi allah aşkına?
- Ben de öyle yazıyorum dayıcım. Serbest ama o kadar da değil. Getiririm sana.


Dayım'a google earth'ü anlattım. Dünyanın neresini istersek görebileceğimiz bi program olduğunu. Gözleri parladı. Dayım, İnönü'den sonraki 3.Adam

- Conk bayırını da görebilir miyiz?
- Tabi dayıcım, istersek tüm geliboluyu.

Yapılacak işler;

1. Karnıyarık
2. Türk Edebiyatı Antolojisi alınacak
3. Google earth'de geliboluna bakılacak, güzelse çıktısı alınacak
4. Bir dahaki gidişte tost yerine yoğurt yenecek, kesmezse tost sonra yenecek.
5. Hatırlamaktan korkulmayacak
6. Sahaflarda tırım tırım gezilecek, o kitap bulunacak

Gün bitti.

Nisan 21, 2007

Cennetin Müziği- I


Pek sevdim kendilerini (zira bu aksam konserlerindeyim zaten). İkinci kere geliyorlar İstanbul'a. Oi Va Voi. Son dönemde, kulağımın dinlemekten sıkılmayacağı bir tür yapıyo elemanlar. Balkan ezgileri ile harmanlanmış hip hop, jazz, funk ve çingene müziği karışımı. Karmaşık bir iş yani. Gruptaki herkes de farklı pek çok enstrumanı çalabiliyormuş. Hepsi okumuş çocuklarmış. Şarkıların bazı yerlerindeki ibranice vokallerin, bir anda boyut değiştirmişim gibi bir his verdiğini itiraf da edeyim. Ve çok uzatmayayım. Radyonun resimlisine bir şarkılarını koyayım. Koydum.

Nisan 19, 2007

17 Hece

Ne zamandır adam gibi birşeyler yazamıyorum. 2 senedir böyleyim. "Hah tamam işte budur" diye başladıysam da hepsi parça pinçik yazımsılar. Taze kan lazım. Yani bu şehre tekrar dönmem gerek. Terkettiğim gibi dönmeli ve kaldığım yerden devam etmeliyim. Öğle tatillerinde içilen sigara gibisin İstanbul. Öyle kaçak sevgililer gibi sadece hafta sonları göreceksem seni yürümez bu ilişki. Ne yapmalı peki?

Haiku denemelerine başladım. Tek nefeste, Usta'lara saygı ile tabi ki. İlkini 1 hece fazlasıyla yazmıştım. Bu hali ile bu da haikumsu bişey oldu işte. Şöyle ki;

1.

Meğerse, zeytin
ağacından düşmüşüz
bir eylül günü


...budur. Eylemlerim sürecek

Nisan 16, 2007

Değişmek

Eline verilen senaryoyu okumakta güçlük çekti önce. Sonra onu oynayabilmesi için bazı şeyler öğrenmesi gerektiğine karar verdi. Ezberlemesi gerekiyodu, bazı hareketleri kafasına kazıması gerekiyordu. Halleri, anları, duyguları. Birini aradı gözleri. Hem bunları öğrenebileceği, hem de kendi gibi birini. Acı vardı senaryoda, gözyaşı vardı, sevinmek, üzülmek, kızmak, kırıp dökmek ve tekrardan ayağa kalkmak vardı. Etrafında kimseyi bulamadı küçük kız. Betonun kenarına kadar geldi, burnunu tıkadı ve atladı hayat denen denize.

Nisan 11, 2007

Küs & Boz

iki dirhem bir çekirdek
ruh sıkıntısı
tam da bozulacağı tuttu
dış kapının dış mandalı